Turkish
  

main page | biography | books | message board | contact
Novels
Az (Few) (2011)
Derdâ, an eleven years old girl who lives in the east of Turkey, is sold to a Muslim cult leader’s son as wife. The cult is based in London so Derdâ is brought there. She begins to live in an appartment as a prisonner for five years. Her 28 years old husband rapes and beats her. And then, an English man moves in to her next door. Derdâ hopes that he will save her from her hell. She wears her burka as usual and rings his door. But the English man’s life is based on BDSM. He does’nt allow her to show her face and Derdâ enters in the world of a fantasy where she can beat men while wearing the burka. Derda, an eleven years old boy who lives in İstanbul, works in a cemetery where he cleans the graves. For complex reasons he’s intrested in only one grave for years and years. And then, Derda begins to work for people who publish books illegaly. And one day, he discovers that the name on that grave, is on the cover of a book. He learns how to read and begins to read the book. And his life changes forever. Few, is the story of two children who are meant to break the walls around them and coming together.
Az (Few)


Comments

Az mı? değil tabi. Söylenebileceklerin yanında az kalır sadece. Sadece iç içe geçmiş ve kesişim kümesi oluşturmuş farklı atmosferlerin koca ağızlarından biri birlerine oksijen ve karbondioksit transferi yapma çabaları kadar az fark edilen ama tüm varlığın tek kaynağı kadar çok önem arz edip tüm dünya popülasyonun yegane amacı olacak kadar çok olan. Ve bu yegane amaçta kim kimi daha çok zehirleyecek üflenen karbondioksit ile, kim kimi daha çok hayatta tutacak üflenen oksijen ile dişe dokunur olan tarafını ortaya koyar cismen var olma gayretinin ya da istenmediği halde var olma eziyetinin.

AP

Hakan Günday kitabı bitirdim şöyle bi durdum ve dedimki; AZ aslında nekadar büyük bir cümleler ve kelimeler yığınını barındırıyor içinde. son sayfasına kadar neden bu kitabın adı AZ diye düşündüp hep ve son sayfalarda öğrendim. Aslında AZ okumuşum ben ne ifade ettiğini o zamn anladım işte. Tek kelimeyle mükemmeldi. Dün gece bitirdim kitabı. hala etkisindeyim. Oğuz Atayı n tutunamayanlarını okumuş bir insan olarak hissettim derdayı ama bir yandanda kızdım kendime çok, neden Oğuz Atayın başka kitabını okumadım diye. ve bu gün aldım diğer kitaplarını. Öyle bir etkilediki derda beni kendimi onun kızdığı insanlardan birisi zannettim. Neden Oğuz Atayı daha fazla okumadım diye.

aysel

İlk olarak Hakan Günday la Kinyas ve Kayra ile tanıştım itiraf etmeliyim ki ilk başlarda çok sıkılmıştım yaşam tarzları ve hayatları okadar acınası okadr monotondu ki kitabı bi süre bıraktım tekrar elime aldığımda sankibambaşka bi kitapla karşılaştım sonuna kadar soluksuz okudum ve bitmesini hiç istemedim Hakan Gündayın tarzı çok etkilemişti beni hemen arkasından AZ ı aldım şuan okuyorum yine ilk başlarda sıkıldım biraz ama ilerledikçe olaylar bambaşka boyutlara geldikçe insanda bağımlılık yapan bir kitap.Sonunu çok merak ettiğim ama sonlandırmayı hiç istemediğim bir kitap.Hakan Günday gertçekten sindire sindire okunacak bir yazar aceleye getirmeden müthiş bir kalem..yüreğine sağlık..sıradaki kitap şimdiden belli bütün kitaplarını okumadan bana rahat yok artık :)

mukadder

Nasıl da kendini buluyor insan okurken...

müge

hakan günday gerçekten çok güzel... derdanın çektiği acıyı iliklerime kadar hissettim şimdi AZ sayesinde tutunamayanlara başladım artık derdayı daha çok iyi anlıyorum..

BESTE

Film tadında.. ESER olmuş...İyi ki yazmış Hakan GÜNDAY,Teşekkürler..

sacide

Bu kitabı okumadan önce tutunamayanlari okuyup da oğuz atayi hissetmeseydim eğer, az i okurken utancımdan yerin dibine geçerdim.oğuz atay ve derdadan utancıma gömerdim kendimi kelimelere ve bi derda çıkıp da mezarımi temizlemeye gelene dek öylece dururdum kurtcul kelimelerin arasında yüreğim kemirilirken..

Cavidan

Az az kaldı bitiriyorum.16 Yaşındaki oğlum da okumak istiyor Az daha büyüde demek istiyorum.

Güler

HERKESİN ÖYLE BİR HİKAYESİ YOK MUYDU? BAŞLAYIP DA BİTİREMEDİĞİ...ÇÜNKÜ KİMSENİN DİNLEMEDİĞİ...

ESRA

ben Azeribaycanda yaşıyorum.dolayısıyla burda Hakan Gündayın kitaplarını bulmak çok zor,ama arayıp buluyorum.ve AZ çok dikkatimi çekdi.okumaya başladım.ve kendisini çok seviyorum.

Günəş

kitabı iki kez okudum ve her okuduğumda bana hissettirdiği farklı duyguları keşfettim. her yazın her kalem bu yoğunluğu veremiyor bireye, bu bakımdan hiç bitmesin istediğim bir kitap oldu benim için... fakat o müthiş kitap fragmanında yer alan müzik hakkında hiçbir bilgi bulamadım. yardımcı olursanız sevinirim.

yaren

"Eğer bu dünyada bir yerlerde insanlar çocukları bombalıyorsa, bunu bilmeye gerek yoktu. O dünya zaten yanmış çocuk eti kokardı. Eğer bir yerlerde başka çocuklar açlıktan geberip gidiyorsa, bunu da bilmeye gerek yoktu. O dünyanın zaten açlıktan nefesi kokardı. Ve çocukların burunları bu kokuları alır, ergen öfkesi olarak geri verirdi. Ta ki burunları yetişkin uysallığıyla tıkanana kadar.."bu kitabı o kadar Az sevdim ki yanımdan ayıramadım... o kadar Az benimsedim ki hem sadece ben okumuş olmak istedim hem de herkesle paylaşmak... o kadar Az etkilendim ki buraya yazmadan edemedim...

lika

Başlangıç kısmından etkilendim. Kesinlikle hikâyeye çekildiğinizi hissediyorsunuz. Film başlıyor ve filme akıyorsunuz. Anlatımınız kadar hayal dünyamın da eşliğiyle keyif aldım. (Bu kısmı tamamen kusur aradığım için söylüyorum ) Ama bazen kayışın koptuğunu da söyleyebilirim. Kanımca vurgu yapmaya çalışırken kantarın ucunun kaçırıldığı birkaç kısım vardı. Önce hikâyenin acıklılığına dalıyorum sonra tek bir cümleye gülüyorum. Dramı yaratabiliyorsunuz. Karakterlerin duyguları çok iyi yansıtılmış, hissedebildim. Özellikle bir küfürde isyanı, öfkeyi yani bir küfrün yansıttığı şeylerin yanı sıra dudaklarımdan dökülen yine bir küfürdü. Hikaye gerçek olamam diye bağırdığında dahi, gerçek olabileceğini düşündüm bu da sizi başarılı kılar. Sadece bir okuyucu olarak tebrik ederim.

Semra

Kitap dediğin kendini bir günde okutur... Artık müptelasıyım...

dolce vita :)

"Tutunamayanlar" romanından hemen sonra okumuş olmam , belki eserin ne kadar vurucu etkileyici bir anlatimi oldugunu bir kat daha fazla yasatti bana.Hakan Günday`a saygilarimi sunuyorum ve mükemmel eserinden dolayi önünde sapka cikartiyorum

Atilla

Azaldıkça çoğalan kelimeler gibi aslında ikiside... Kurgu müthişinde ötesinde... Her seferinde büyülenmenin eşiğinde uçurumdan yuvarlanıyorum... Hakan, yüreğine sağlık!

hilal

hala hayatta olan yazarların romanını okumayı tercih etmiyorum ama nedendir bilinmez bu roman beni kendine çekiyor.

ümit kandemir

az ama bir o kadar da öz ve güzel bir kitap kalemine sağlık :)

nazlii

kıitabın üslubunu ve birbirine bu kadar güzel bağlanan olayları çok beğendim..özellikle arka kapak kitebı almamdaki tek nedendi.

özge

hakan gündayın okuduğum ilk kitabı ilk başlarda elimden atmak istesemde ellerimin bırakmadığı kahredici bir hikaye ile başlayan bir günde bitirilebilecek kadar insanı saran ve sonunu okuduğumda ellerime kitabı atmadıkları için teşekkür ettiğim bir kitap... onu ilk defa okuyorsanız eminim sizde diğer kitaplarına ulaşmaya baslamıssınızdır..

tuncer akçay

neden bilmiyorum ikinci kısma kadar soluksuz okudum ama sonra kaldırdım göremeyeceğim bir yere, şimdi açıp açıp okuduğum yerden neresi denk gelirse tekrar okuyorum, değişik bir piskoloji bir felsefe...

dozfe

s.122 ergen isyanı.mevzu budur.

yolgezer

İnsana maddi, manevi sahip olduğu herşey için hem suçlu,hem de kötülükler yığını karşısında (yoklarmış gibi davranarak) ne denli bencil ve zavallı olduğunu bir tokat gibi yüzüne vuran kitap:AZ

nilgün barış deniz

okudum ve azaldım*

giz

Kitabı beğendim.Değişik bir ortam, güçlü düş ürünü,kurgu olağanüstü.

Zühtü Ulukapı

Siddetin sairi...aciyi hissettirmek icin kan dokmeye gerek yok.bunu cok iyi yapiyor...

esra

"Az" önce aldım.. "AZ" sonra okuyama başlıyacağım "ÇOK" büyük bir sabırsızlıkla..

Rahime

Maddenin bir hali de olağanüstü olandır

metil

AZ kaldı..! Aklıma geldikçe beklemekten sanki damardaki kanım çekliyor.Eroinmanlar gbiyim. Sabırsızlıkla beklediğim satırları ilk önce gözüme, sonra beynime enjekte etmek istiyorum..!

archils

Radikal kitap ekinde yayınlanmış bir bölüm:

Derdâ 
Altı yaşındaydı ve altı yaşında ölecekti. Korkudan titriyor, gözlerini böcekten ayıramıyordu. Ay çekirdeği tarlası kadar bir tavana bakıyor ama sadece onu görüyordu. Ay çekirdeği 
kadar bir böcek. Sivri ayaklarının etrafındaki tüyleri paça gibi duran, antenlerinin inceliği kirpik kadar olan bir böcek. Bir böcek resmi kadar hareketsiz gövdesiyle, koyu bir loşluğun koyu griye boyadığı betonda simsiyah bir leke. Küçük kızın korkudan sulanmış gözleriyle aynı renkte. 
Çenesine kadar çektiği battaniyeyi terli avuçlarının içinde sıkıyor ve böceğin ne zaman yüzüne düşeceğini düşünüyordu. Merdivensiz bir ranzanın üst katındaydı. Tavanla arasındaki mesafe, yarım metreden azdı. Elbet uyuyakalacaktı. Elbet uyurken ağzını açacak ve böcek kendini boşluğa bırakıp dişlerinin arasından geçecekti. Ya da önce battaniyesinin üzerine düşüp bir süre orada duracak, karnı acıkınca da küçük yüzüne ayak basıp burun deliklerinden birine girecek ve önüne ne çıkarsa kemirecekti. Bir saniyeliğine başını sağa çevirip uzattı ve yerden ne kadar yüksekte olduğunu anlamaya çalıştı. Ama bunun için bir saniye yeterli değildi. Tam olarak zemini görememiş, böceği gözden kaçırmamak için bakışlarını yeniden tavana çevirmişti. 
Daha önce de böcek görmüştü. Kendi evinin duvarlarında da, başka evlerin duvarlarında da. Hatta içine adım attığı her evin duvarında en az bir tane böcek görmüştü. “Dereden geliyorlar” demişti babası. Dereden gelip tavanlara tırmanan, sonra da kendi ağırlığına dayanamayıp sobaya düşen daha büyük böcekler de görmüştü. Saçlarının kesilmesine neden olan bitler kadar küçüklerini de. Duvarların içine hızla kaçıp yok olanları da görmüştü, şekerpancarı çuvallarının altında sakince öldürülmeyi bekleyenleri de. Fare bile görmüştü. Bir defasında bir kurt bile görmüştü. Gözlerini karartmış böcekten yüz kat daha büyük bir kurt. Ama hiçbirinden korkmamıştı. Hiçbirinde titrememiş, hiçbirinde ağlamamıştı. Çünkü hiçbirinde yalnız değildi. Aslında yine yalnız değildi. Altında yatanla birlikte, çevresinde otuz beş çocuk vardı. Ama onlar sayılmazdı. Çünkü hiçbirinin adını bilmiyordu ve öğrenmek için artık çok geçti. Uyuyorlardı. Uyku seslerini duyabiliyordu.Verdikleri nefeslerin tıkanmış burunlarına çarpıp kırılma gürültüsünü duyabiliyordu. Uykularında hırlayan çocuklar bir omuzlarından diğerine dönüyor, serin yüzlerini denk getirebilmek için yastıklarını başlarının altında çeviriyor, bir ayaklarını diğerinin topuğuyla kaşıyor ve böceği zerre kadar umursamıyorlardı. 
Kaçması gerekiyordu. Böcek üzerine düşmeden önce yataktan inmesi gerekiyordu. Ama nasıl inebilirdi ki? Merdiven olsaydı! Çıkması bile altında yatan çocuğun itmesiyle olmuştu. 
“Bir dahakine kendin çıkacaksın!” diyen çocuğun. Kızgın çocuğun. Ani bir hareketle üzerindeki battaniyeyi yüzüne çekti. Yıllar içinde katılaşmış battaniyenin dikenleşmiş tüyleri yanaklarına batmaya başladığı anda ne kadar büyük bir yanlış yaptığını anladı. Çünkü böceği göremiyordu artık. Oysa o hâlâ oradaydı. İnsanın görmediği şeyler yok olmazdı ki! Hem düşmanı gözetleyemedikten sonra gizlenmenin ne anlamı vardı? Hatta artık her şey daha tehlikeliydi. Böcek istediğini yapabilir ve kimsenin bundan haberi olmazdı. Çıkmıştı göz hapsinden. 
Ter damlaları belirdi yüzünde. Şakaklarında su çiçekleri açtı. Nefes alışverişi kalp atışlarını geride bıraktı. Kurtulacaktı oradan! Kurtulacaktı o böcekten! Kurtulacaktı yalnızlıktan! 
Bir yolunu bulacaktı. O yataktan inmenin bir yolunu bulacaktı. Bir yolu olmalıydı. Bir tane yeterdi. Araması uzun sürmedi. Yollardan en kısa olanı seçti. “Ne olursa olsun!” adında kestirme bir sokağa saptı. Sol eliyle battaniyeyi savurup, sağ eliyle kendini boşluğa doğru itti. “Nereye olursa olsun!” adındaki bir yere atladı. 
Alnı zemine değdiğinde tek alkış kadar ses çıktı. Boynunun kırıldığınıysa kimse duymadı. O ana kadar bir sinekkuşunun kanatları gibi atan kalbi betona çarpınca durdu. Altı yaşındaydı. Loşluğun ve korkunun böceğe benzettiği tavandaki çatlaksa ondan sadece bir yaş büyüktü. Yedi yıldır orada duruyor ve yedi yıldır, ışıklar kapanınca bir böceği andırıyordu. Ayaklarındaki tüylerin belirmesi içinse koridordaki ampulün yanması ve koğuş kapısının açık kalması gerekiyordu. 
Gözlerini alkış sesine açan Derdâ, yerde yatan çocuğun katlanmış ensesini gördü. Yüzü karanlığa gömülmüş olsa da, tanıdı. Birkaç saat önce, gözlerine bakıp “Sen üstte yatacaksın!” dediği çocuktu. Bacaklarından itip tırmanmasına yardımcı olmuş, sonra da “Sesini duyarsam, keserim dilini!” demişti. Hatta diğer çocuklar duysun diye bağırarak söylemişti. Şimdiyse yerde yatıyordu çocuk. Hemen yanında. Belli ki düşmüştü. Atlamış olamazdı ya! 
Yastığının altından çektiği elini uzatıp çocuğun koluna dokundu. Yetmedi, parmaklarıyla yakaladığı omzunu sarstı. Başını kaldırıp ranza demirlerinin arasından koğuşa baktı. 
Uyanık birini aradı. Dikilmiş bir başa rastlamayınca rahatladı. Yavaşça yatağından kalkıp, çocuğun yanında dizlerinin üstüne çöktü. Bir kedi kadar hafif olan çocuğu omuzlarından 
tutup çevirdi. Küçük yüzü kan içindeydi. Derdâ başını kaldırıp çevresine baktı. Hâlâ kimsenin uyanmadığından emin olunca ağlamaya başladı. Ağzını, dişlerinin arasındaki alt 
dudağıyla örttü. Kimseyi uyandırmayacak kadar sessizce hıçkırdı. 
Var olmayan bir böcekten korkup ranzasının üst katından atlayan küçük kız Yatırcalı’ydı. Korucu köyü Yatırca. İtirafçı köyü Yatırca. Çocukların dediği gibi, ajan köyü Yatırca, hatta 
orospu çocuğu Yatırca. Ve Yatırcalılara yardım etmek yasaktı. Ölü bile olsalar onlara el uzatılmazdı. Bu yüzden Derdâ, o gece, ne nöbetçi öğretmene haber verdi, ne de başka bir şey 
yaptı. Sadece ağladı. Sonra da kızın bedeninden yavaşça sıyrılıp sessizce yatağına girdi. Çünkü kendisi de Yatırcalı’ydı. Ve bu gerçeği okuldaki dört yüz otuz çocuğa unutturmak dört yılını almıştı. 
Ranzanın solundan üçgen biçiminde sarkan ve tek köşesi yere kadar uzanmış battaniyeyi, karanlığın içinde bir yelkene benzetti. Yatağını da bir tekneye. Gecenin içinde giden bir 
yelkenliye. Resimli bir kitapta görmüştü. İçinde masmavi denizler olan bir kitapta. Rengârenk teknelerin direklerinde bembeyaz yelkenlerin uçuştuğu bir kitap. Tekne güvertelerinde sarı yağmurluklu küçük kızların ufka bakarak gülümsediği bir kitap. Bütün kızların mutlu olduğu bir kitap. Ama sadece bir kitap. Aptal bir kitap. Hatta dünyanın en aptal ve en yalancı kitabı! Çünkü o kızlar gerçekte yoktu. Eğer olsalardı, o sayfalara fotoğraflarını koyarlardı. Suluboyayla yapılmış gibi duran resimlerini değil… Fısıldadı: 
“Allahım, inşallah rüyamda ölürüm.” 
“Uykumda” diye düzeltecekti ki, içinde yattığı tekne sessizce uykuya battı. On bir yaşındaydı. Hem on hem bir.

noname

Diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın. Belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az... AZ: Bir Hakan Günday romanı

noname

Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi...

noname

bekliyorum AZ kaldı cıkacak

halil
 
Add a comment
name :  
e-mail :
comment :
      
        © 2007 Hakan Günday nonofficial fan site www.hakangunday.net